İpek Yolu'nun İzinde Özbekistan Belgeseli 1. Bölüm
İpek Yolu'nun İzinde Özbekistan Belgeseli 2. Bölüm
İpek Yolu'nun İzinde Özbekistan Belgeseli 3. Bölüm
Orta Asya Gezi Rehberi
24 Haziran 2023-3 Temmuz 2023 tarihleri arasında bir turla Orta Asya ülkelerinden Özbekistan ve Kazakistan Türk Cumhuriyetlerini gezdim. Buralarda gördüklerimi ve öğrendiklerimi okurlarımla paylaşmak istiyorum:
Özbekistan baştan başa düz bir ova. Bu ovada meyve ve sebzenin her çeşidi yetişmektedir. Ana tarım ürünleri pamuk ve pirinçtir. Kendine yetecek kadar petrol ve doğal gazı var. Amuderya (Ceyhun) Nehri bu ülkeye hayat ve can vermektedir. Bir uzak yöresinde Kızılkum Çölü vardır. Fakat Afrika çöllerinden farklıdır burası. Çünkü kumu toz haline gelmemiştir ve çöl keveng türü bitkilerle kaplıdır.
Özbekistan 36 milyon nüfusuyla Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin en büyüğüdür. Burada kira sorunu yoktur. Çünkü nüfusun %99,9’nun kendi evinin olduğu belirtiliyor. Vatandaşlık sıkı koşullara bağlanmış. 1995 yılında Latin alfabesine geçilmiş. Yaşamın her alanında kadın-erkek eşitliğinin varlığı görülmektedir. Öğrenim de karma yapılmaktadır. Ülkede 4’ü kız olmak üzere X. YY mimari özellikleri taşıyan 20 tane medrese olduğu anlatılıyor.
Özbekistan’ın inşaat sektöründe hayli yol aldığı görülmektedir. Hemen tüm şehirlerinde çok katlı bina yapımında kullanılan inşaat asansörleri göze çarpmaktadır. Montaj sanayi şeklinde kendi otomobillerini kendileri üretmekteler.
Taşkent, Özbekistan’ın başkentidir. Orta Asya’nın da en büyük şehridir. Toplam uzunluğu 90 km’yi bulan metro ağı var. Kentin ortasından bizim Eskişehir’de olduğu gibi çok temiz bir çay akmaktadır. Yanları ve ortası çim ve çiçeklerle bezenmiş ve büyük çınar ağaçlarıyla yeşil tünel haline getirilmiş olan geniş bulvarlarıyla bu kent, dünyadaki tüm iddialı kentlere örneklik yapabilecek güzelliklere sahiptir. Bu kentte karasinek, sivrisinek yoktur. Yerler, parklar, bahçeler; oteller, türbeler doğrusu her yer elektrik süpürgesi ile temizlenmişe benziyor.
1989’da Rusların çekilmesinden sonra “Lenin Meydanı” Özgürlük Meydanı’na dönüştürülmüş. Buradaki Lenin heykeli kaldırılıp yerine 16 Büyük Türk Devleti’ni temsilen dikilen 16 sütun üzerine Türk Devletleri Kapısı yapılmış. Taşkent’in bir başka yerindeki Karl Marx Meydanı’ndan Karl Marx’ın heykeli kaldırılmış yerine Emir Timur’un görkemli bir heykeli dikilmiş. Meydanın adı da Timur Meydanı olmuş.
Taşkent’te metro istasyonlarından birinin adı Ali Şir Nevai’dir. Nevai 10. YY da yaşamış, başbakanlık yapmış ünlü bir Türk şairidir. İstasyonun duvarına bu şairin resmi ve kitaplarının adı kazınmış. Birkaç kubbeden oluşan bu istasyonun tavanı çinilerle süslenmiş. Bir başka istasyona da Emir Timur adı verilmiş. Hemen hemen her istasyon bir tarihi ya da tarihi bir kişiliği anımsatıyor, tavanları değişik mimari özellikler taşıyor ve çinilerle kaplanmış.
Taşkent, öte yandan, bir medrese ve türbeler kenti: Barak Han Medresesi, Keffal Şaşi Türbesi ve Hazreti İmam Kompleksi bunlardan sadece bir kaçı.
Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim Halife Osman zamanında toplattırılıp kitap haline getirilmişti. İşte o döneme ait Kur’an-ı Kerim’in Orijinal Mushaf-ı’nı ziyaret ettik. Mushaf, bir müzede cam bir sandık içinde korunmaktadır. Yakından gördükten sonra fotoğrafını çektik bu orijinal Mushaf’ın. Fakat rehberimiz bu Mushaf-ı’ n eksik olduğunu üçte birinin olmadığını belirtti.
Taşkent’te bir keresinde kapalı, iki katlı bir pazar yerine girdik. Burası kapalı bir futbol sahasını düşünün, ondan daha büyük yuvarlak bir yapı. Birinci katında ağırlıklı olarak süt ve et ürünleri, ikinci katın ortası açık çevresinde çerez ve şekerleme türü ürünler satılmaktadır. Kadınlı erkekli satıcılar hem saygılılar ve hem de yardım severler. Türk olduğumuzu öğrenince hemen ellerini göğüslerine koyuyorlar, güler yüzle “gardaş” diyerek bizi selamlıyorlar. Ayrıca Pazar yerinin iç ve çevresinin temizliği de dikkat çekici.
Türkistan, büyük bölümü Orta Asya’da, küçük bölümü doğu Avrupa’da konumlanan toplam 2.725.000 km2 toprağı, 19 milyon nüfusu ve başkenti Astana olan Kazakistan’ın eyaletlerinden biridir. Türkistan hem eyalet adı ve hem de kent adıdır. Kent olarak Türkistan “Hazret-i Türkistan ya da Yesi Türkistan” Kazakistan’ın güney sınırında Seyhun nehrine yakın bir kenttir. Türkistan 31 Mart 2021’de yapılan Türk Devletleri Konseyi’nde Türk Devletleri’nin başkenti olarak kabul edilmiştir. O nedenle burada, düz ovada, Orta Asya Türk mimari özellikleri taşıyan ve giderek daha da büyüyeceği ön görülen çok çağdaş bir şehir kurulmuş. Her bir Türk Devleti burada bir şeyler yapmayı taahhüt etmiş. Türkiye burada Orta Doğu Teknik Üniversitesi büyüklüğünde bir üniversite kurmuş. Adı, Ahmet Yesevi Üniversitesi.
Türkistan, Hoca Ahmet Yesevi adı ve külliyesi ile ünlü bir kent. Ahmet Yesevi (1093-1166) ya da Ata Yesevi, kendisi gibi Türk olan Arslan Baba’nın öğrencisidir. Ahmet Yesevi, Alevi erenlerinden olan ve “Piri Türkistan” takma sanıyla ünlenen, tarihte bilinen ilk büyük Türk mutasavvıf ve şairidir.
Ahmet Yesevi’nin babası Alevilerin babaları 12 imamın ilki olan Ali el Mürteza’nın soyundan gelmedir.
Ahmet Yesevi, İslam inancını Türk gelenek, inanç ve yaşam tarzına uygun düşecek şekilde yorumlamış, İslam’ın irfan yönünü öne çıkarmış ve halkın anlaması için sade bir dil kullanmıştır. Kur’an, Sünnet ve Ehli Beyt sevgisini aşılamaya özen göstermiştir. Arapça ve Farsçayı çok iyi bildiği halde öğretilerinde hep Türkçeyi tercih etmiştir. İrfanı ve bilimi ile tüm Orta Asya’yı etkilemiştir. Anadolu’ya hiç gelmemiştir. Fakat Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Ahi Evran gibi Anadolu erenlerinin bilim ve irfan kaynağı, çıkış noktası hep Ahmet Yesevi olmuştur.
Ahmet Yesevi, rehberimizin anlatımına göre “Peygamberimiz 63 yıl yaşamıştır. Ben bunun üzerini yer altı konutumda çile çekerek geçireceğim” der ve dört yıl açık havaya çıkmadan ve güneş yüzü görmeden çilehane de yaşar. 72-73 yaşında vefat eder.
Tarihimizde unutulmaz bir yeri olan Emir Timur, 14. YY da Ahmet Yesevi’nin ününe yakışır, boyu 33 metreyi bulan ve Unesco Dünya Mirası Listesine de giren görkemli bir türbe yaptırmıştır. Bu türbenin giriş kapısının iki yanındaki duvarları ve tavan kubbesi çinilerle kaplanmıştır. Türbenin iç duvarları ve oldukça yüksek olan kubbe de çinilerle süslenmiştir. Girişteki büyük salonun üç tarafında çeşitli amaçlar için kullanılmış odalar; orta yerinde içinde öğrencileri ve ziyaretçileri için pişirilen yemekleri simgeleyen yüksekçe bir konumda kocaman bir kazan vardır. Karşıda özel bir oda da yeşil mermerden yapılma ve üzerinde Arapça yazılar olan mezarı bulunmaktadır.
Semerkand, Özbekistan’ın ikinci büyük kentidir. 800.000 nüfusu vardır. Hafif engebeli bir toprak yapısı üzerine kurulmuştur. Tarihi MÖ 8. YY la kadar uzanmaktadır. Doğudan batıya giden ipek yollarının birleştiği kavşakta konumlanmaktadır. Eski ve yeni olmak üzere ikiye ayrılır. Yeni Semerkand’ı Timur inşa etmiştir. Semerkand’ın simgesi Semerkand kaplanlarının nesli tükenmiştir.
Semerkand çağdaş şehirciliğe model olabilecek güzelliklere sahip bir kent. Taşkent gibi burası da medreseler, camiler ve türbeler şehri. Örneğin Tillekari, Bibib Hanım (Bibi Timur’un hanımı ve adına yapılan cami Orta Asya’nın en büyük camisi şanını taşımaktadır) Hz. Hızır camileri; Uluğ Bey, Şirdor medreseleri; Bibi Hanım, Emir Timur, Şah-ı Zinde Türbeleri gibi. Bu türbe, cami ve medrese gibi yapıların her biri park ve bahçeler içinde ayrı bir külliye. Sanat ve mimari özellikleri ileri olan yapılar. Çevrelerindeki geniş park ve bahçeleri doğrusu görülmeye, içinde gezilmeye; oturup dinlenmeye, huzur ve barışı yaşamaya değer yerler.
Semerkand Uluğ Bey, Uluğ Bey Kuleleri ve medresesiyle bir başka güzel. Çünkü Uluğ Bey kendi döneminin en önde gelen bilim insanı, gök bilimcisi, yaptırdığı araştırma kuleleri birer sanat abidesi ve içlerinde yaptığı araştırmalarla ürettiği bilgi ve buluşlarına hala günümüzde referans yapılmaktadır. Kurduğu medrese de bile araştırma, deneme ve gerektiğinde uygulama yapıldığını öğreniyoruz.
Semerkand, doğrusu, bilime, bilim insanına ve önderlerine nasıl saygı gösterildiğinin örnek bir şehri: 1300 yıllık Uluğ Bey heykeli, araştırma kuleleri, medresesi, Timur Türbesi ve diğerleri dün yapılmış gibi tazeliğini ve güzelliğini korumaktadırlar. Çevrelerindeki park ve bahçelerin temizliği ve düzeni insanı gerçekten büyülüyor. O nedenle burada yaşayanları ve yöneticilerini bilime, bilim insanlarına ve kahramanlarına olan bu aşırı saygılarından dolayı hem kutluyorum ve hem de alkışlıyorum. Doğrusu halktaki bu tür aşırı saygı Özbekistan’ın tüm şehirlerinde görülmektedir. O yüzden Özbekleri daha sıcak duygularla sevmeye başladım.
Semerkand’tan Buhara’ya giderken yol üzerinde Gijduvan kentinde yedi kuşak seramikçi Alişer Usta’nın seramik atölyesinde incelemeler yaptık. Kısa bir süre dinlendikten sonra yine Buhara yolu üzerinde bulunan Şah-ı Nakşibendi Hazretlerinin Türbesi’ni ziyaret ettik. Bu Türbe de Timur tarafından yapılmıştır.
Şah-I Nakşibend’in(1318-1389) gerçek adı, Muhammed B. Muhammed el Buhari’dir. Nakşibendi tarikatının kurucusudur. Buhara yakınlarında Kasrıhinduvan köyünde doğmuştur. Soy ağacı baba tarafından Hz. Ali’ye, ana tarafından Ebubekir Sıddık’a dayandığı söylenir. Bahaeddin Nakşibendi’nin tasavvufi fikirlerini ifade eden bir yapıtı yoktur ya da günümüze böyle bir eser ulaşmamıştır. Kendisi hakkındaki bilgiler halk arasındaki söylencelerden derlemedir.
Bahaeddin Nakşibendi, “Bilmiyorsanız, zikir ehline sorunuz” (el- Enbiya 21/7) ayeti, “bilim adamlarına danışmayı emretmektedir” der. Bahaeddin’in öğretisi başkalarının yazdığı kitaplarla günümüze gelmiştir. Öğretisi, “Kalbin Allah’la, elin işle meşgul olsun” anlayışı üzerine kurulmuştur. Bazı araştırmacılar Bahaeddin’in manevi dünyasının gelişiminde Yeseviyye öğretisi yoluyla Türk etkisinin de bulunduğu göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadırlar.
Nakşibendilik Bahaeddin’in ölümünden üç kuşak sonra Orta Asya Türk toplulukları arasında ve giderek dünya çapında bir ilgi odağı olmaya ve çekicilik kazanmaya başlamıştır. Ve bu tarikat Abdulhalik Gücdevani tarafından sistemleştirilmiştir.
Buhara, Özbekistan’ın ve tarihin önemli kentlerinden biridir. 4000 yıllık bir tarihi olan Buhara MÖ 7. YY da bir şehir olarak ortaya çıkmış. Buhara, o günden bu yana meydana gelen kültürlerin ve uygarlıkların kat kat, üst üste konumlandığı bir kent, bir merkez olmuş. Örneğin, 8. YY da Araplar, Zerdüşt tapınağının üzerine cami yapıyorlar, 12. YY da Karahanlılar onu onarıyor ve 16. YY da kapısı yenileniyor. Şehrin ortasında ve yol seviyelerinin altında bir kervansaray kalıntıları görülmektedir:
Rehberimiz bu kervansaray kalıntısında birinden diğerine geçilen yan yana yedi odalı bir hamamın olduğunu ve ilk odadan itibaren ilerleyen odaların ısısının artarak devam ettiğini, 7. odanın en yüksek ısıya ulaştığını, hamama girenin de bu şekilde ısıya alışa alışa en yüksek ısılı 7. odaya ulaştığını, çıkarken de ısı düşüşüne alışa alışa normale döndüğünü anlattı.
Buhara da Semerkand gibi Türklerin yanında önemli sayıda Tacik ve Yahudi nüfusu barındırmaktadır. Fakat el- Narşahi buranın ilk sahiplerinin Türkler olduğunu ve efsanevi Turan padişahı AFRASYAB’ ın (Alper Tunga) ara ara Buhara’da kaldığını, mezarının da burada olabileceğini yazmaktadır. Üstelik Amerikalı araştırmacı yazar Gene D. Matlock da, “Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türk’sünüz” adlı yapıtında, “ Yaptığı araştırmalarda üç semavi dinin kökeninin hep Türklere dayandığını” ve “Türklerin Alper Tunga gibi dev bir şairi tanımadıklarını” tespit ettiğini vurgulamaktadır.
Buhara, Moğol istilası öncesinde iki önemli bilim insanı yetiştirmiştir: İbni Sina ve Buhari.
Buhari 10 yaşına doğru Buharalı hadis yazarlarından hadis öğrenmeye başlamış. 16 yaşlarında bazı önemli hadis kitaplarını ezberlemiş. O arada annesi ve kardeşi ile Hacca gitmiş. Kardeşi ile annesi Hacdan dönmüş, fakat Buhari Mekke’de kalmış. Hallad B. Yahya Humeydi gibi alimlerden hadis dersleri almış. Arap yarımadası ile Orta Asya’daki tüm önemli merkezleri ve kişileri birkaç kez ziyaret ederek hadisler toplamış. Uzun araştırma ve çalışmalardan sonra elde ettiği hadislerle “el- Cami’u’ş-Şahih” adlı yapıtı ortaya çıkarmış. Horasan valisi bu yapıt konusunda bilgi almak üzere Buhari’yi makamına davet etmiş. Buhari, “Bilim makama gitmez, makam bilime gelir” diyerek valinin önerisini reddetmiş. Vali onu Buhara’dan sürmüş. Buhari Semerkand’a giderken yolda vefat etmiş, 1 Eylül 870.
Buhara’ya gelinceye kadar geçen altı günde gezip gördüğümüz yerlerde ve rehberimizin anlatımlarında ara ara Zerdüştlüğe değinildi. Fakat bu konu Buhara’da daha çok konuşulur oldu. Anlıyorum ki, Orta Asya Tarihi’nde Zerdüştlüğün önemli bir yeri var. O nedenle bu yazımda Zerdüştlük konusunda bildiklerimle öğrendiklerimi derleyip toplamak istiyorum:
Zerdüşt bir peygamberdir. Bir din kurucusudur. Doğum yeri ve tarihi; üstelik Türk mü, İranlı mı olduğu da bilinmemektedir.
Zerdüştlük, Zerdüştilik ya da Mecusilik 3500 yıl önce Zerdüşt tarafından İran’da kurulmuş. Simgesi kanatlı aslan’dır. Dünyanın en eski tek tanrıcı vahiy dini. Pers, Med ve Sasani İmparatorluğunun resmi dini olmuş. Birinci vatanı İran, ikinci vatanı Orta Asya özellikle Buhara’dır. Şamanizm’den de etkilenme olasılığı var. Yıllar sonra Mecusilik(ateşe tapan) adını alan Zerdüştlüğün temelinde “İyilik ve Kötülüğün Savaşı” yatıyor. Öğretisi “Aydınlık ve Karanlık” üzerine kurulmuş.
Zerdüştlükte “su, toprak, hava, ateş” kutsaldır. Kirletilmemeli, korunmalıdırlar. Kıble güneştir. Güneş olmadığı zaman ateşe dönülür. Taş ya da ağaç sütunların tabanındaki göbek ateşi simgeler. Bu dinde de günde beş kez ibadet yapılır. Sabah ibadeti için insanları uyandıran horoz da kutsalmış. Rehberimize göre, “kubbe” Zerdüştlükten geliyor.
Öte yandan Zerdüştlükteki şeytan inancı ile semavi dinlerdeki melek anlayışları arasında benzerlikler olduğu yazılıyor.
Avesta, eski İran ve Hindistan’da yaşayan İranlıların kutsal kitabı. Dili Pehlevice. Günümüzde 190.000 kadar inananı olduğu sanılmakta. İşte bu kitaptaki ilahi ve söylencelerin gerçek sahibinin Zerdüşt olduğuna inanılıyor. Ve bu yapıt Zerdüşt’ün neye inandığını gösteren tek ve yegâne kanıttır.
Buhara tarihi kalıntılar nedeniyle bir açık hava müzesine benzerken (Rehberimize göre burada 997 tane tarihi harabe tespit edilmiş) medreseler, camiler ve türbeler şehri olma özelliğini de korumaktadır.
Örneğin Buhara Karahanlılar (999-1141) döneminde kültürel altın dönemini yaşarken yapılan Büyük Minare (yapımı 1127) ve Magak-ı Attari Camisi geçmişin ileri teknolojisi ile güzelliklerini bugüne taşımaya devam etmektedir. Burada da Uluğ Bey’in annesi Buharalı olduğu için 1417 yılında yapılmış bir başka Uluğ Bey Medresesi var.
Buhara, öte yandan, ilk türbe geleneğinin başladığı bir kentmiş. Örneğin, Samani Devleti’nin gerçek kurucusu ve hanedanın en önde gelen kişisi kabul edilen ve 24 Kasım 907’ vefat eden Emir İsmail adına 10. YY da yaptırılan İsmail Samani Türbesi’nin, Orta Asya’nın ilk türbesi olma şanını taşımakta olduğunu ve Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer aldığını öğrendik.
Bu türbenin tümüyle tuğladan yapıldığı, çini süsleme kullanılmadığı ve Türk işçi ve ustalarının ürünü olduğu anlatıldı. Kare yapı tarzının da bir ilki olduğuna, kubbenin on iki kemer üzerine oturtulduğuna ve kemerlerde Zerdüştlüğün simgesi aslanın baş şeklinin bulunduğuna işaret edildi.
Buhara’da beş sokağın birleştiği bir kavşağa yapılmış 4-5 kubbesi olan, günümüzdeki kapalı çarşıları anımsatan bir eski yapıya girdik. Rehberimiz bu tarihi yapının bir alışveriş merkezi olduğunu, her kubbenin altında ayrı bir ürünün-şapkalar, baharatlar, giysiler vs. gibi- pazarlandığını söyledi. Görüldüğü üzere “kapalı çarşı alış veriş merkezlerinin” de vatanının Orta Asya olduğunu anlıyoruz.
Hiva Özbekistan’ın on altı eyaletinden biri olan Ürgenç’in başşehri. Akıp giden yüzyıllar bu kenti değiştirememiş. İçindeki yapıları ve özellikle kaleleriyle ortaçağ kimliğini korumuş sevimli bir şehir. İç ve dış olmak üzere iki kalesi var. Dış kalenin bir iki giriş kapıları ayakta. Geriye çok bir şey kalmamış. Fakat yaklaşık 800X600 metre dikdörtgen şeklindeki iç kale tüm görkemi ve güzelliğiyle ayakta. İç kalede yöneticiler, iç kale ile dış kale arasında da o zamanki halk yaşamış. Otelimiz iç kaleye 50-60 metre mesafede idi. Kalenin dört tarafında, dört ana giriş kapısı var. Kapının her biri bir başka sanat eseri. Otelimize yakın olduğu için biz daha çok güney kapısını kullandık. Fakat bir keresinde doğu kapısına da uğradık. O yüzden bir gün boyunca sabahtan akşamın geç vaktine kadar yoruldukça otele gelip dinlendik. Dinlendikçe geri kaleye gidip görmediğimiz yapıları gördük ve işlevlerine ilişkin bilgiler aldık rehberimizden.
Unesco Dünya Mirası Listesi’ne giren İç Kale’de Cuma Camisi, Said Alaaddin Mozolesi, kentin en kutsal yeri olan Pehlivan Mahmud Mozolesi, Taş Hovli Sarayı (Harem) ve son dönem İslam Mimarisi örneklerinden İslam Hoca Minaresini inceledik.
Bu tarihi yapıların hemen hemen her biri ayrı, bakımlı, temiz ve güzel bir bahçenin içinde yer almaktadır. Turistik eşya satıcılarına bahçelerde ve yeşil alanlarda değil, tarihi yapıların giriş ve çıkışındaki uygun yerlerinde, avlu duvarları içindeki odacıklarda ve kale içindeki yolların yanlarında yer verilmiş. Bu satıcılarla alış veriş yapmak ayrı bir zevk. Hep gülüyorlar. Ürünlerini satmak için dil döküyorlar. Fakat darılma, kırılma ve dayatma yok. Bir şey satın al alma, fark etmiyor. Yine seni gülerek uğurluyorlar.
Orta Asya turumuzun son gününü de işte böyle değerlendirdik. Akşam yemeğimizi İç Kale’nin içinde iki katlı bir binanın ikinci katında yedik. Yemek süresince bir yerel orkestra eşliğinde yerel türkü ve şarkılar diledik. Bayanlar tarafından oynanan yerel oyun ve dansları seyrettik. Bizlerden bazılarını da oyunlara kattılar. Gecenin geç vaktinde her birimize ayrı ayrı hediyeler verdiler. Biz gezginler hediyemizi daha önceden hazırlamıştık.
3 Temmuz 2023 günü sabah kahvaltısının ardından Hiva’dan Uluslararası Ürgenç Hava Limanı’na geldik. Oranın saati ile 8:20’de THY uçağı ile İstanbul Hava Limanı’na inmek üzere havalandık.
Orta Asya Turu 3 Temmuz 2023 günü saat 11:00’de İstanbul Hava Limanı’na inişimizle son buldu. Bu son yazımda oldukça faydalı, verimli ve neşeli geçen bu tura ilişkin değerlendirme ve çıkarımlarımı özet olarak değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum:
1. Turun verimli ve neşeli geçmesini sağlayan başta koordinatörümüz Sayın Prof. Dr. Aykut Mısırlıgil olmak üzere Koşukavak Turizm firması yetkilisi Sayın Yücel Bey’e ve sevgili rehberimiz Galip Bey’e üstün hizmetlerinden dolayı teşekkürlerimi ve takdirlerimi sunuyorum.
2. Taşkent, Türkistan, Semerkand, Buhara ve Hiva’da çağdaş bir kentte olması gereken yol, bahçe, park vs. gibi alt yapıların en güzellerine tanık oldum.
3. Buralarda karasineğe, sivrisineğe, çöpe, dilenciye ve özellikle sigara izmaritlerine rastlamadım. Yöneticileri ve sevgili Özbekleri kutluyorum.
4. Özbek yönetici ve halkının kurucu önderlerine, bilim insanları ve sanatçılarına,heykellerine ve tarihi yapılara aşırı saygılı olduklarının ve bunları koruma konusundaki duyarlılıklarının tanığıyım.
5. Bir ülkenin sınır güvenliğinin nasıl olması gerektiğinin en güzel örneğini Özbekistan’dan Kazakistan’a sonra da Kazakistan’dan Özbekistan’a geçerken yaşadım. Her seferinde beş ayrı kontrol noktasından geçtim.
6. O nedenle olacak ki; bu ülkelerde göçmen, sığınmacı, dilenci ve yerli yabancı çatışması yok.
7. Geceleri Hilton, Sheraton ve yerel otellerde kaldık. Yerel otellerin diğerlerinden daha konforlu olduklarının ayrımına vardım çünkü yerel otellerin lobileri daha geniş, tavanları Orta Asya insanının iç dünyasının güzellikleriyle süslenmiş. Yatak odalarına giden ana koridorlar ipek halılarla döşenmiş; yanları tarihi giysi, vazo, sini vs. ile bir sanat galerisine dönüştürülmüş. Yatak odaları ve tuvaletleri daha geniş. Servis çok güzel.
8. Tarihi bir miras olarak aldıkları kadın-erkek eşitliği geleneğini sürdürmektedirler. Genç, yaşlı herkes el ele, kol kola olmanın, yaşamı kucaklamanın ve sorunları eşit koşullarda birlikte çözmenin verdiği mutluluğu ve hazzı yaşamaktadırlar. Doğrusu imreniyorum onlara.
9. Orta Asya mutfak kültürü ile Akdeniz mutfak kültürünün farklı olduğunu gözlemledim. Tencere çıkışlı sıcak yemeklerin hemen hepsi çok yağlı. Sanırım alışık olmadığımız ve şimdiye kadar görmediğimiz o yağ eti, etli yemekleri ve diğerlerini aromasından ve lezzetinden soyutluyor. Diğer taraftan masalara önce meyve, salata, peynir, zeytin, sucuk, salam vs. ler konuluyor. Bir süre (35-40 dakika) sonra da, tencere çıkışlı sıcak et, etli yemekler ya da başka sıcak yemekler sunuluyor. Bu sıcak yemekler gelinceye kadar sofra başındakiler masada bulunanlarla karınlarını zaten doyurmuş oluyorlar. Akdeniz mutfak kültüründe sıralama:
a. Sıcak çorbalar,
b. Tencere çıkışlı ana yemek ve salatalar,
c. Tatlılar ve meyveler şeklindedir.
Orta Asyalı kardeşlerimizin buna bir çözüm bulacaklarına inanıyorum.
10. Yukarıda özet olarak sıraladığım değerlendirme ve çıkarımlarımdan da anlaşılacağı üzere yurttaşlarıma bu dünyadan göçmeden Orta Asya’nın bu cennet Türk Cumhuriyetlerini, ana ve ecdat yurtlarını kesinlikle gezmelerini-görmelerini öneririm…